Ekim ayı sonunda Yunanistan’a giden bebekli bir aile olarak bu seyahatten aslında sadece bir istediğimiz vardı; havanın yağmurlu olmaması.
Yunanistan da ülke genelinde en yağışlı ay Ekimdir. Seyahate bir hafta kala Can ile sürekli ellerimiz telefonda hava durumuna bakıyorduk gideceğimiz şehirler için. Can dünyanın en rahat insanı olması ile meşhur. Onu tamamlayan cümleler; “hallederiz, hiçbir şey olmaz, dünyanın en kolay işi” Can sürekli olarak yağmur yağmayacak diyordu ama iphone öyle söylemiyordu. Kavala günlük güneşli, rüzgarsız, Selanik ise kalacağımız iki gün boyunca yağışlı ve nispeten soğuk.
Kavala’ya doğru yola çıktığımız günün sabahı son kez hava durumuna bakıyorum; “aaaa bu hafta hiç yağmur yok” Can hiç şaşırmıyor. Söylemiştim ben diyor ve biz Kavala’yı güneşli ve sıcak bir havada paltosuz geziyoruz ancak Kavala’dan Selanik’e doğru gittikçe hava kapanıyor ve hatta ara ara yağmur yağıyordu. 🙁
Gezgin insanlar için kötü veya yanlış hava diye bir şey yoktur. Yanlış veya eksik giyim vardır. Eğer her hava koşuluna hazırlıklı olursanız, her hava koşulunda gezebilirsiniz. Söz konusu yanınızda gelen küçük bebeğiniz olunca durum birazcık hassaslaşıyor elbet ama inanın bebekler için de durum bizden farklı değil. İyi giyinsin, her hava koşuluna uyum göstersin. Ağaç yaşken eğilir misali, bebeklerimizin bizim tempomuza ayak uydurmaları gerekiyor bana göre.
Kavala’dan Selanik’e yine iki saat gibi bir sürede varıyoruz. Hava harika! Yağmur falan yok. İşte bunlar hep Can’ın ve Fırtına’nın şansı diyorum. Otelimize yerleşiyoruz. Rezervasyonlar son dakikaya kaldığı için otelimiz Selanik’in garip bir bölgesinde. Sanayi, oto tamircileri bölgesi gibi bir yerde. Kavala’da kaldığımız otel manzarası ne kadar güzelse Selanik’te kaldığımız otel manzarası o kadar kötü. Üstelik otelin karşısındaki neredeyse tüm evlerde çanak antenler var.
Otel ile ilgili Booking.com’da herkes otopark sorunu var dese de arabamızın küçük olması ve bizim İstanbullu olmamız park yeri konusunda problem olmuyor.
Selanik’e vardığımız ilk gün ilk plan Atatürk’ün doğduğu eve gitmekti. Fırtına’nın daha bir buçuk yaşında bir bebek olduğunu biliyorsunuz. Kullandığı kelime sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor ama Fırtına o sabah; bizim Atatürk’ün doğduğu eve gideceğimiz sabah ilk defa tekrar tekrar “A-ta-türk” diyor. Videoya çekiyorum. Ağlıyorum. Bu yaşadığım öyle bir an ki, çok az insana kısmet olur diyorum. Fırtına’ya sarılıp öpüyorum. O kadar mutluyum ki! Minik gövdeli kocaman kalpli güzel oğlum benim, beni hep mutlu ediyorsun.
Haritayı açıyoruz, Atatürk’ün doğduğu eve ne kadar da yakındayız. Otelimizin olduğu sokağın sonundaymış meğer. Atlayıp hemen gidiyoruz benim hayallerimi gerçekleştirmeye.
Giriş ücretsiz, kapıdaki görevliler isimlerimizi yazacağımız bir defter uzatıyor bize, sonra içeri giriyoruz. Bu benim Selanik’e üçüncü kez gelişim. Daha önce üniversitedeyken iki defa gelmiştim. Burası hep tadilatta olduğu için gezememiştim. Şimdi Fırtına ile her köşesini yaşayıp hissederek geziyoruz. Ne mutluyum. Hayal kurmak yaşadığımız hayatın tek anahtarı.
Atatürk’ün evinden çıktıktan sonra; şehri keşfetmek için doğru Beyaz Kule’ye gidiyoruz. Buranın adı Beyaz Kule ama geçmişi pek de beyaz değil. Uzunca bir dönem, idam ve işkence kulesi olarak kullanılmış, hapishane olmuş ve Balkan Savaşları sonrasında Yunanlıların eline geçince arınmayı temsil eden beyaz renge boyanmış ve adı Beyaz Kule olarak kalmış.
Beyaz Kule’nin olduğu sahil ne güzel diyoruz bol bol fotoğraf çektikten sonra acaba Kulenin tepesine çıkış var mı derken bir bakıyoruz ki kucağımızda ve karnımda bebekler ile başlıyoruz kulenin merdivenlerini çıkmaya. (kan ter içinde kalıyoruz, Fırti’nin keyfi yerinde) Manzara muhteşem. Bir şehri tepeden görebildiğimiz her yeri seviyorum. İyi ki çıkmışız Kuleye!
Kordon hattında (Nikis Avenue) gezmeye devam ediyoruz ve Selanik’in en meşhur, bütün gençlerin toplanma noktası olan Aristoteles Meydanı’na varıyoruz. Meydan epey kalabalık, cıvıl cıvıl. Her yerde tahmin edersiniz ki Türkler var. Duyduğumuz her üç cümleden biri; Aynı İzmir! 🙂
Fırtına uyandığı için ve saat henüz akşam yemeği yemek için erken olduğundan Nikis Avenue’de güzel bir restoran bulup Fırtına’ya yemek yedirip biz de bir şeyler atıştırmaya karar veriyoruz. Gittiğimiz Restoranı Foursqure’den bulduk ve bingo! Garçon Brasserie. Hem Yunanlıların hem de turistlerin en uğrak noktalarından biriymiş bu restoran. Menüsü, yemekleri, lezzeti, üst kattan mazarası harika. Yunanistan’da benim en çok dikkatimi çeken şey; neredeyse tüm restoranların içinde sigara içilmesi.
Yemek faslı bittikten sonra hava hafif soğuyup akşam da olduğu için Aristoteles Meydanı’na doğru geri dönüyoruz ama sahil değil, Tsimiski Caddesi’nden. Bana bir nevi Bağdat Caddesi’ni anımsatıyor bu cadde. Hem trafiğe açık hem de sağlı sollu mağazalar ile dolu.
Elektra Hoteli’nin altındaki cafe Plaisir’de Frappe içtikten sonra Fırtına için uyku saati geliyor ve doğru otele.
Selanik’in belki de en güzel bölgelerinden biri olan; Ladadika (Tavernalar Bölgesi), Bit Pazarı, şehri tepeden görebileceğimiz Selanik Kalesi bir sonraki güne kalıyor.
Selanik İkinci Gün
Yurtdışında Bit Pazarlarını gezmeyi çok seviyorum. Finlandiya’da yaşadığım dönemden bana alışkanlık kaldı İkinci el ve Bit Pazarları. O kadar ilginç eşyalar, belki de daha önce hiç görmediğimiz biblolar çıkıyor ki karşımıza ister istemez zamanımızın büyük bölümü Bit Pazarında geçiyor. Selanik için de aynı şeyi düşünüp, kahvaltıdan sonra soluğu Bit Pazarında alıyoruz ama pek umduğumuz gibi orijinal bir şey bulamıyoruz. Bütün bit pazarı boyunca mışıl mışıl uyuyan Fırtına aniden gözlerini açıp ‘Mamaaaa’ diye tutturunca yakınlarda bir restoran aramaya başlıyoruz, buluyoruz, Fırtına yerken bizim de canımız çekiyor biz de atıştırıyoruz J (Restoranın adı Yunanca olduğu için yazamadım buraya)
Restoran’dan çıkınca rotamız Selanik Kalesi. Selanik Kalesi’nden bütün Selanik’i izleyebilirsiniz. Kalenin etrafında o kadar şirin restoranlar var ki, Selanik’te bir gecemiz daha olsa burada kesin yemek yerdik diyoruz ama biz Ladadika bölgesine gideceğimiz için kale etrafını es geçiyoruz.
Tavernalar bölgesi Ladadika o kadar hareketli ki, çoğu mekanın önünde belki birileri kalkar gider diye kuyruklar oluşmuş. Biz Şans eseri Zythos restoranda boş yer bulup caddenin en güzel köşesinde oturup yemeklerimizi yiyebildik. Yunanistan’da harika bir gelenek var; siz hangi restorana giderseniz gidin, cafeler de aynı şekilde; masanıza hemen bir sürahi su ve bardaklar geliyor. Ücretsiz. İsterseniz bir fincan kahve için kalkın sizden suyun parasını almıyorlar.
Fırtına’da restoranda ona seçtiğimiz menüden memnun ama uykulu olarak bize biraz söylense de genel olarak Selanik gezisi tam da istediğimiz kıvamda geçiyor. Ne yağmur ne soğuk, ne uzun ne kısa…